Dilin Bileşenleri

Giriş Notu: Yazı disleksi ve çok dillilik bağlamında olmakla birlikte geniş bir perspektiften bilgi vermektedir.

Sesbilgisi ve Ses Bilimi

Yeni bir dili öğrenirken, bu dilin anadilde olmayan bazı sesleri içerdiğini fark ederiz. Bu sesler, hem algılamada hem de anlatımda sorunlara yol açabilir. Doğuştan var olan bütün dillerin neredeyse bütün seslerini ayırt edebiliriz, ancak zamanla aldığımız dilsel girdilerin etkisiyle bu becerimiz kaybolmaktadır veya büyük ölçüde azalmaktadır; böylece, yalnızca anlamları ayırt etmek için ve iletişim kurmak için gereken sesleri ayırt edebiliriz.

Bu nedenle, yeni bir dil öğrenirken sesbirim envanterinde bulunmayan seslere ilişkin sorunlar yaşamak mümkündür.

Eğer öğrenci çokdilliyse, farklı dillerin ve farklı sesbirim envanterlerinin bir arada olması genellikle bir avantajdır, fakat bazı durumlarda diller arasındaki benzerliklere ve farklılıklara bağlı olarak birtakım zorluklar da yaşanabilir.

Dil öğretiminde genellikle göz ardı edilmesine rağmen sesbilgisel (fonetik) beceriler, bazı sesbilimsel (fonolojik) güçlükleri olan disleksik öğrenciler için gerçekten önemlidir. Öğrencinin dikkatini dillerin ses bilgilerine çekebilmek, öğrencilerin sesleri ayırt edebilme ve çıkarabilme becerilerini geliştirmek amacıyla, sesbilgisel beceriler dil öğretmenleri için de oldukça önemlidir.

“Konuşma dilinde yetkin olmak, anlamları aktarabilmek için sözcükleri ve cümleleri oluşturan sesleri kullanabilmek demektir. Konuşmak için, ses organlarının belli hareketleri sonucunda o dilin seslerini çıkarabilmemiz; konuşma dilini anlayabilmek içinse, çevremizde algıladığımız her türlü işitsel uyaranlardaki sesleri tanıyabilmemiz gerekmektedir.” (Nespor & Bafile, 2008)

Her şeyden önce sesbilgisinin anadilde kendiliğinden edinilen ilk yeterlilik olduğunu, ancak bu yeterliliğin yabancı dilde kendiliğinden edinilmediğini unutmamalıyız. Disleksik öğrenciler ise, sesbilgisel yeterliliklerde zayıftırlar. Bu öğrenciler anadilde karşılaşılan sesbilimsel zorlukları genellikle öğrenilen yeni dile aktarmaktadırlar. Disleksik öğrenciler yeni dilin sesbilgisel yapısını örtük bir şekilde içselleştirmeye çalışabilirler (Daloiso, 2011). Bu yüzden yeni sesleri öğrenmek, her yaşta (okul öncesi çocuklar için de) açık öğretim yönteminin kullanılmasını gerektirmektedir. Dil öğretmeni de sesbilgisine dair temel bilgi sahibi olmalıdır ve sınıfında mevcut olan dillerin sesleri hakkında bilgi edinmelidir. Böylece öğretmen, öğrencilerinin yeni dilin seslerini ayırt etmeyi ve o sesleri çıkarmayı öğrenmelerine ve de öğrencilerinin “sesbilimsel farkındalık” geliştirebilmelerine yardımcı olabilir. “Sesbilimsel farkındalık”, “konuşma dilindeki sesleri fark edebilme becerisi, yani sözcüklerin sözlü veya sözsüz uyaranlar varken sözcüklerin dilsel yapısını analiz ve manipüle edebilme yeteneği” olarak tanımlanmaktadır (Scalisi vd., 2003, s. 44).

Dil öğreniminin ilk aşamalarında, yeni dilin sesleri kesintisiz olarak devam ediyormuş gibi algılanır; ancak sonradan dil öğrenicileri farklı uzunluktaki ses birimlerini seçip ayırt edebilirler.

Yeni bir dilde konuşabilmek ve iletişim kurabilmek için, ses organlarının doğru hareketleri yoluyla, o dilin seslerini ayırt edip çıkarabilmek gereklidir. Yeni bir sesin olması durumunda, ilk olarak yeni sesletim alışkanlığını edinmek ve pekiştirmek amacıyla hangi organları nasıl hareket ettirmemiz gerektiğini anlamalıyız. Bunun için de, algılara dayanarak yeni seslerin içsel temsillerini oluşturmak gerekmektedir.

Bu nedenle; öğretmenin öğrettiği dile tam olarak hakim olması, öğrencilere yeterince girdi ve yararlı geri dönütler sağlanabilmesi için oldukça önemlidir.

Okullardaki çokdilli öğrencilerin gittikçe artan sayısıyla beraber, öğrencilerin hem ses algılaması hem de ses üretimi düzeyinde yaşayabilecekleri olası zorlukları veya kolaylıkları önceden görebilmek için öğretmenin, sınıfındaki mevcut dillerin sesbirim envanterleri hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, bir çocuk anadilindeki sesleri yeni ve benzer olan seslerin yerine kullanabileceği için öğretmen; çocuğun anadilindeki, öğretim dilindeki ve ek müfredat dilindeki (yabancı dil) sesler arasındaki benzerliklerin farkında olmalıdır. Bir çocuk anadilinde olmayan ama yeni dilde bulunan sesleri öğrenmekte zorlanabileceği için, öğretmenin o sesleri de bilmesi gerekmektedir.

Örneğin; İngilizce “think (düşünmek)” sözcüğündeki ilk ses İtalyancada yok, bu yüzden İtalyanca anadil konuşucusu *θ+ sesiyle *t+ sesi (bu ünsüz harfin ağızdan çıkış yeri, İngilizce *θ+ sesine çok yakın olduğu için – “sesletim yeri” için Ek Bilgi Kutusu 4.3’e bakınız) ve [f] sesi (İtalyanca bu ses, İngilizce *θ+ sesiyle aynı “sesletim biçimi”ni paylaştığı için) arasında ayrım yapmakta zorlanacaktır. Benzer bir şekilde, bir Çinli veya Japon anadil konuşucusu da [r] ve [l] seslerini ayırt etmekte zorlanacaktır, çünkü [r] sesi bu dillerin sesbirim envanterlerinde bulunmamaktadır.

Yeni dilin seslerini ayırt edebilme (ayırt edilemeyen sesleri çıkarabilmek mümkün değildir) ve bu sesleri çıkartabilme becerilerini pekiştirmek için öğretmenin sürekli alıştırmalar yaptırması oldukça önemlidir.

Sözcük Bilgisi

“Yenidoğanlar kelime listelerini ezberleyerek öğrenmiyorlar. Peki o zaman neden çocuklar veya yetişkinler ezberleyerek öğrensinler ki?” (Asher) Dil öğretimi-öğrenimi alanındaki en son yaklaşımlar, sözdiziminden ziyade öncelikle iletişimsel yeterliliğin ve sözcük bilgisinin edinilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Sözcük bilgisini sınırlı düzeyde bile geliştirmek; anlamaya ve iletişime dayalı olan, sonradan sözdizimsel bilginin de üzerine ekleneceği bir temel oluşturmaktadır.

Özellikle ilk aşamalarda dil öğretmeni tarafından sunulan sözcükler; öğrencilerin ilgileri, ihtiyaçları ve yaşamları dikkate alınarak seçilmelidir. Disleksik öğrenciler açısından sözcük bilgisi edinimi, hem muhtemel fonolojik (sesbilimsel) bellek sorunları, hem de sözcükleri hatırlamadaki zorluklar nedeniyle oldukça zor olabilir. Bu nedenle, edilgen ve etkin sözcük bilgileri arasında çok daha büyük bir fark olacaktır. Çokdilli öğrenciler açısından ise, birden fazla dile dair bilgi, sözcük bilgisi ediniminde avantaj da dezavantaj da olabilir.

Bir taraftan, ikidilli/çokdilli olmak bilişsel esnekliği arttırmakta ve sözcük bilgisi de dahil dil öğrenimini genellikle olumlu bir şekilde etkilemektedir. Diğer taraftan ise, bilinen diller arasındaki benzerlik iki yönlü bir etki oluşturabilir: Örneğin; ikisi de neo-Latin dili olduğu için aynı kökten gelen ve benzer görünen pek çok sözcük içeren İtalyanca ve İspanyolca gibi iki dili ele alalım. Benzer yazılışlı sözcükler benzer anlamlara gelirse, sözcük bilgisi edinimi kolaylaşır. Ancak benzer yazılışlı veya telaffuzları olan sözcükler farklı anlamlara gelirse (İng. false friends), öğrenci bazı güçlüklerle karşılaşabilir.

Dikkate alınması gereken bir başka nokta; dil öğreniminin ilk aşamalarında sözcüklerin yazılışlarındaki ve anlamlarındaki benzerlik, sözlü anlamayı (ve dolayısıyla iletişimi) kolaylaştırabilir, ancak sonraki aşamalarda bu kolaylık benzer sözcüklerin yanlış bağlamlarda kullanılmasına yol açabilir. Bu durum, geçici bir sorun olabileceği gibi bazen de hataların pekiştirilmesine neden olabilir.

Bir veya birden fazla yeni dili öğrenmeye çalışan disleksik öğrencilerin bilişsel yükü önemli oranda artar. Fonolojik işler bellek sorunlarına ve sözcükleri hatırlamadaki zorluklara ek olarak, bu bilişsel yük artışı da, dil öğrenimini zorlaştırabilir. Eğer dil öğretmeni ağırlıklı olarak açık belleğe dayanan ve dikkat gerektiren bir öğretim yaklaşımını benimserse, disleksik öğrencilerin dil öğreniminde zorlanması daha da olasıdır.

Biçimbilim (Morfoloji)

Sesbilgisel-sesbilimsel yapılara ek olarak dilin biçimbilimsel ve biçim-sözdizimsel yapıları, anadil ediniminde ve kısmen de olsa ikinci/yabancı dil ediniminde otomatik olarak öğrenilmektedir. Disleksik öğrenciler anadillerindeki bu yapıları öğrenirken zorluk yaşarlar ve bu zorluklar ikinci/yabancı dile de aktarılır. Bu nedenle, ikinci/yabancı dilde vurgulamalı (explicit) öğrenme ve vurgulamalı öğretme bir arada bulunmalıdır. Dillerin biçimbilimsel tipolojilerindeki farklılıklar, olumsuz aktarımların nedeni olabilir. Öğrencilerin anadillerine bağlı olarak yaşayabilecekleri olası zorlukları ve kolaylıkları önceden görebilmek için, öğretmenin diller arasındaki biçimbilimsel ana farklılıkları bilmesi gerekmektedir. Ayrıca öğretmenin diller arasındaki farklılıkları bilmesi, öğrencilerin zorlandıkları noktaların çokdilli geçmişlerinden mi yoksa disleksiden mi kaynaklandığını anlamasını sağlayacaktır.

Sözdizimi (Sentaks)

Önceden de belirtildiği gibi, dil öğretiminde iletişimsel yaklaşım sözdiziminden çok sözcük bilgisini vurgulamaktadır. Ancak dilsel ve iletişimsel yeterliliğin kazanılması için önemli bir unsur olan sözdizimi, göz ardı da edilmemelidir. Öğrenme sürecinde öğrencilerin karşılaşabilecekleri zorlukları ve kolaylıkları önceden görebilmek için öğretmenin, diller arasındaki sözdizimsel farklılıkları bilmesi gerekmektedir; böylece, yeni bir dili öğrenirken olması beklenen zorluklar ve olası özel öğrenme güçlüğü arasında ayrım yapmak kolaylaşacaktır.

Genellikle öğrenilecek yapının pratik kullanımının ardından sözdizimi hakkında bilgilerin sunulması daha etkili olacaktır. Başka bir deyişle, yapılar iletişimsel davranış olarak içselleştirildikten sonra sözdizimi hakkındaki düşünceler belirtilmelidir. Bu, bütün öğrenciler için,

özellikle de işler belleklerindeki sorun nedeniyle sözdizimsel kuralların hatırlanıp kullanılılmasında ciddi sorunlar yaşayabilecek disleksik öğrenciler için geçerlidir. Bu konuda, disleksik öğrencilerin sözdizimsel güçlüklerinin aslında özgün dil bozukluklarıyla (ÖDB) ilişkili olabileceği de unutulmamalıdır. Birkaç çalışma, ÖDB’li bireylerin %50-80’inde disleksi sorununun ortaya çıktığını göstermiştir.

Edimbilim (Pragmatik)

İnsanların dil aracılığıyla “hareket etmesini” ve “bir şeyler yapmasını” sağlayan edimbilimsel yeterlilik, etkili iletişimin kurulabilmesi için gereklidir.

Genellikle disleksik öğrenciler bu alanda zorlanmazlar, bu nedenle dil öğretimi ve öğreniminde dilin edimbilimsel boyutu özellikle vurgulanmalıdır. Böylece dili işleme zorlukları bir nebze telafi edilebilir. Dil kullanımı sözdizimsel hatalar içerse bile, öğretmenlerin anlaşılır, etkili ve uygun dil kullanımına önem vermeleri gerekmektedir. Bu, özellikle disleksik öğrencilerin hayal kırıklığına uğramamaları ve şevklerinin kırılmaması için oldukça önemlidir. Ayrıca, sözlü iletişimde “beden dilini” yani kültürle yakından ilişkili olan jest ve mimikleri çözümleyebilmek de oldukça önemlidir. Bu yüzden, dil ve kültürün birbirinden ayrılamayacağı göz önünde bulundurularak dildışı unsurlar dilsel yapılarla birlikte öğretilmelidir. Bu dildışı unsurlar -beden dilinin birer parçası olan jest ve mimikler- bazı durumlarda mesajın anlaşılmasını kolaylaştırabilir, ancak bu unsurlar yanlış yorumlandığı zaman da yanlış anlaşılmalara ve iletişim kazalarına yol açabilir. Farklı bir dilden, farklı bir kültürden insanlarla iletişim kurmak; bir mesajın genel ve dolayısıyla da gerçek anlamını anlamak için temel aldığımız kuralların değişebileceğine ve anlaşılması zor hale gelebileceğine işaret etmektedir. Önceden de bahsedildiği gibi beden dillerinin anlamları kültürden kültüre değişmesine rağmen, bizler beden dillerinin “kültürel” değil “doğal” unsurlar olduğunu düşünerek yanılıyoruz (F. Caon, 2010).

Okumuş olduğunuz yazı ODTÜ bünyesinde hazırlanmış olan Dyslang projesi 4.modülden alınmıştır.

Mustafa Özkara

Dokuz Eylül Üniversitesi, Okul Öncesi Öğretmenliği (2015) ve Özel Eğitim Öğretmenliği (2019) mezunudur. Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Özel Eğitim alanında yüksek lisans eğitimini sürdürmekte ve Özel Eğitim Öğretmeni olarak çalışmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.